28 Aralık 2011 Çarşamba

Gintama: Jugem ve daha uzar gider....



Evet, her zaman söylediğim gibi ben bir Gintama bağımlısıyım bu nedenle Gintama üzerine yazdığım ve yazacağım her şey gayet taraflı olabilir.

Uzun süre ara vermiş ve ikinci sezon iyice biriksin diye müthiş bir irade ile ikinci sezona başlamaya direnmişken son günlerde bu direncimi bilinçli bir şekilde kırdım( çelişkiye gel!!) ve kendimi yine kaptırdım gittim öyle ki tüm birikmiş bölümler tükendi ve şu anda başımı ellerimin arasına almış şekilde duruyorum. Hayır ağlamıyorum!! Ellerim kafamın kendisini müthiş bir istekle ekrana geçirme isteğine engel olmaya çalışıyor... Bu üçlü arasında kafa, sağ el, sol el mücadele devam ederken ben konuya devam edeyim.

Efendim Gintama almış bir bünye alarak aslı itibariyle oldukça iğrenç geçen son günlerde şeker kıvamına dönmüş bir insan olarak - bu nedenle grip virüsleri de vücudu ele geçirmeye başladılar sanırım - şu Jugem olayını hatırladım. Kyuube' ye eğitsin diye verilen sevimli mahlukat ve uzun adı sorunsalından esinilerek bir şarkıya dönüştürülmüş olan bu çalışma çok hoşuma gidiyor.

Gerçi bu kısa versiyonu, sözlerin hepsi maymunun adı... falan filan.... izleyenler ve izleyecek olanlar buraya yazmaya üşendiğim açıklamaya kavuşacaktır zaten...





Her yere <3 Gintama yazmak istiyorum. Sanırım buna aylardır piyano üzerinde aynı başarısızlıkla aynı parça üzerinde çalışmaya devam eden üst komşunun kapısında başlayacağım....

25 Aralık 2011 Pazar

SAMURAI HIGH SCHOOL: Nerede eskinin o Samurayları?



Kendimi kınıyorum. Bu diziyi neden bu kadar geç izlemiş olduğuma anlam veremiyorum ama çok büyük hata etmişim. Ben ettim başkaları etmesin.

Bu 9 bölümlük Japon yapımı dizisi kesinlikle çok eğlenceli, çok iyi aynı zaman da insanı etkileme kapasitesine de sahip aslında oldukça fazla ele alınan konuları arka planda işletmesine rağmen. Ama bu yapımın ayrı bir havası var. Gözden kaçmamalıymış, çok üzgünüm.




Samurai High School' un olayı şöyle; lise son sınıf öğrencisi, karizmadan uzak, derslerde başarısız zaman zaman sevimsiz Mochizuki Kotaro, matematik dersi için tarih ödevi hazırlamak zorunda kalınca(!), yolunun üzerindeki garip bir kütüphaneye gider. Orada Edo Zamanında kendisiyle aynı yaşta ve aynı isimde varolmuş olan ve 17 yaşındayken ölmüş olan samurayın varlığını bir kitapta keşfeder ve bu keşiften sonra bu samuray bu arkadaşı ara sıra ziyarete gelir. Karakter olarak ikisi oldukça zıt iken bir de dönemler ve değerler birbirinden farklı olunca tam bir kaos oluşur. Şimdi misafir işte çat kapı çıkıp geliyor ne zaman gideceği de belli olmuyor geldiğinde bir de saçı tepeden topluyor, Kotaro' nun günlük yaşantısı bir komediye dönüşüyor ancak samuray Kotaro o derece karizmatik ki yandaş toplamakta çok zorlanmıyor zaten ilk bölümde yardımcı oldukları Nakamura Tsuyoshi (Yuu Shirota) hemen Kotaroların saflarına geçiveriyor.

Bu arada dizinin müziklerini çok beğendim. Hele bir tema parçası ve kapanış parçası var ki evlere şenlik.



Mochizuki Kotaro yani Haruma Miura olayına daha sonra geleceğim ancak dizide özellikle iki karakter var ki tadından yenmiyor. Bunlardan ilki kütüphanedeki gizemli kadın. Tepkileri, ses tonları, vurguları, pozları ile yardı beni.

Diğeri ise Kotaro' nun babasıdır. Pasif ve silik görünümüne rağmen olaylara dahil oluşu, ortamı idare edişi, Kotaro' nun Samuray tavrını yadırgamayıp buna ilk ayak uyduran olması ve saçlarıyla dizinin olmazsa olmazıdır.



Bunun dışında şu şöylenebilir ki dizide tüm oyunculuk performansları gayet iyi, polis amcasından (gerçi onun şu eski çeteci olma olayı, araya tıkıştırılanve kafaya alınan klişelerden sadece bir tanesiydi ama abicim o kıyafetler ne idi öyle?), Miki Sensei' ye, okul müdüründen (bu da evrim geçirdi biraz), Ai' ye, Mochizuki ailesinin annesinden Nakamura' ya performanslar keyifli oldukça ki tüm bunların üzerine Kotaro yani Haruma Miura' yı ayrıca anmak istiyorum. Bana kalırsa çok iyi ve başarılı bir performans ortaya koymuş...

Aksiyon sahneleri ve çekimleri de gayet hoş ve estetik ayrıca bir cetvelin katana olarak kullanımına ışık tutuyor ki öğrencilik defterini kapatmışlar üzülmesin, uzun saplı süpügeleriniz de aynı işlevi görür.

Ayrıca etrafta bulunan aletkerden ok ve yay yapımı olayı var ki bambaşka :)



Bir bölümde de öğrencilerinden birinin internete düşmüş videosundan memnn olmayan okul müdürü ve yalakalarının - videoyu da işlerine gelmediği için beğenmiyorlar - internet üzerine yaptıkları yorumların - "hemen silinsin bu", "mümkün değil mi? neden?", "yükleyen mi silebilir ancak?", "o zaman siteyi kapattırın" - bizlere çok tanıdık geleceğinden eminim.

Müzikleri, oyunculukları, eğlendiriciliği,diyalogları ve arka planıyla çok keyifli, çok beğendim.

Dizinin kapanış parçası olan Monobright' ın "Kodoku No Taiyo"' sunun ise bağımlılık yapan bir etkisi var.

24 Aralık 2011 Cumartesi

GOING BY THE BOOK (BAREUGE SALJA): Hayatta herşeyi ciddiye almayacaksın..



Yine tesadüf eseri denk geldiğim güzelliklerden bir tanesi bu 2007 yapımı Güney Kore filmi.

Kısaca konusuna değinmek gerekirse küçük bir şehirde trafik polisliğine düşürülmüş işinde ve hayatında beni hayatta en fazla korkutan insan tiplerinden biri olarak çok ciddi ve herşeyi ciddiye alan biri olan Jeong Do-man kendi halinde takılırken son zamanlarda pek çok banka soygunu gerçekleşmektedir. Yeni atanan emniyet müdürü, polisin zedelenen itibarını halkın gözünde arttırmak için dahihane bir fikir olarak bir soygun similasyonu yapıp bunun yerel kanallarda yayınlanması fikriyle ortaya çıkar. Soyguncu rolünü ise şehre ilk girişinde acımadan kendisine ceza kesen Do-Man' a verir ve simulasyon bir tatbikat olmaktan böylece çıkar.


Şimdi ey şef!! Adamcağız sana en başında dedi değil mi bu role beni atadığınız için pişman olabilirsiniz diye? Doğal olarak Do- Man işi oldukça ciddiye alacaktır ve olay polisin itibarını yükseltmekten ziyade ciddi mi davransak yoksa olayı kessek mi bocalamasında olan ekiplerin acizliğini ortaya koyacaktır.




Filmin eğlendirici noktası bu acizliğin teker teker ortaya güldürürerek koyması. Tatbikat için polis birimleri ile işbirliği yapan ve soygun esnasında rehine olmayı kabul eden banka müdürü, çalışanları, yaşlı adam ve öğrenci ve ayrıca bankada müşteri rolünde olan polisler ve bankada geçen sahneler ise yine oldukça eğlenceli. Bağlı, ölü, tecavüze uğradı gibi pankartları boyunlarında taşımaları, kafandan vurulmuştun bu nedenle yelek taktım kurtuldum diyen polisi öldüğüne inandırmak için birlikte kameraları izlemeleri, sonsuz işbirliği yapmaları, wu shu şampiyonu kadın dedektif ile boks şampiyonu Do Man arasındaki müsabaka için dışarıda yorum yapan emniyet sorumluları vs.. oldukça keyifli sahneler barındırıyor.




Swat ların yeteneksizliği, keskin nişancıların beceriksizliği nedeniyle insanlar sözde telef olurken televizyonların bunu yayınlayış biçimi ve gerçeği kabullenişi ise ayrıca yarıcı.





Rehinelerin araca binerken gösterdikleri başarılı gösteri ise herşeyin tuzu biberi olmuş ve Bizet / Carmen' in farklı bir yorumu fonda çalarken ve rehineler araçtan inerken ise eğlencenin dozajı yükselmiş.

Do- Man olmak zor iş. Bu arada Do- Man' ı soyguncu yapan ve işler çığırından çıkarken bile sakin kalıp anlayış gösteren şefe de saygılarımı sunuyorum. Durumla güzelce kafa bulan, keyifle izlenecek bir film.

Bu arada bu kadar eğitimli bir kadroya hayatlarının hatasını yaparak soygun düzenleyen gerçek ekibe ise salaklıklarından ötürü şefkatle yaklaşıyorum.

Son olarak kim olduğunu çıkaramadım ama kameraman çocuk da estetik anlamda filme katkıda bulunmuş. İyi seçim :P

Çok keyifli ve iyi bir film.

YB Band... Parçayı da ayrıca sevdim...

18 Aralık 2011 Pazar

TOKYO GHOST TRIP: RUHLAR VE İNSANLAR ARASI SOHBET SEANSLARI...




2008 yapımı bu Japon dizisi hakkında ne düşünmem gerektiğini bilemiyorum açıkçası. Teknik açıdan, çekimler, oyunculuk, mekanlar vs.. kötü olmasına, konusunun ortalama olmasına, bölümleri izlerken ara ara ben bunu niye izliyorum acaba diye düşünmeme rağmen, zaman zaman da olumlu yandan bakmaya çalıştığım çok oldu. Sanırım sonuç olarak söyleyebileceğim iyi olmadığıdır ama yine de zaman zaman insanı güldüren, eğlendiren zamanla kendine ısındıran ve özellikle son üç bölümde hafiften oyunculuk falan toparlanınca ele avuca gelen bir yapım var karşıda...

Tokyo Ghost Trip tepeden bakış ile şöyle bir dizi; Setsu, Sowa ve Kai, İnue ailesinin temsilcileri olarak birlikte yaşayan Itakolardır. Setsu ailenin mirasını direkt temsil alacak olan, peşindeki kızlara pek aldırmayan, soğuk görünümlü hafif salak bir çocukcağızdır. Sowa da bu Setsu' nun bir parçası olduğu için Setsu ile sürekli dalaşan esasında ona en yakın olan az konuşan, kedi seven başka bir çocuktur. Kai bunların en büyükleri olarak geçmesine rağmen fiziksel açıdan en ufak tefekleri olmakla birlikte bunların öyle ya da böyle beyni konumundadır. Setsu ve Sowa' nın hayattaki en büyük motivasyonu et yiyebilmektir. 13 bölüm içinde bu ekibe Komyou,Ryu ve Isuzu katılır böyle 6 kişilik bir ekiple ölenlerin ruhu ile son kez buluşmak isteyen insanlara yardımcı olmak ve sonunda et yemek için çalışırlar.






Bu dizi benim yaş algılama yetimi tamamen kaydırdı ne yazık ki... zaten bu konuda pek başarılı değildim ammma burada tamamen göçtüm. Şimdi şöyle, mesela bu gençlerin yaşca en büyüğü olması gerekeni aslında yaşça en küçüklerinden biri. Buna tamam diyebilirim. Dizide bu gençler kaç yaşında ki, acep okulları yok mu bu çocukların diyordum hemen ikinci bölümde soruma cevap geldi 17 yaşındalarmış. Yuh ufalında cebime girin şeklinde ekranda duran gençler konusunda şoka uğradım zira 30 lu yaşlarına merdiven dayamışlar. Bizim dizilerdeki mantıktan arak yapmış Japonlar burada. Bize benzemeyin diye uyarıyorum onları. Sonra babanın normal hayatta 31 oğlunun ise 30 yaşında olması ama dizide oğlanın 17 lik taş olarak geçmesi babanında baba olması falan biraz sapıttırdı beni. Bu dizi bana bunları düşündürtmüş sanırım.

Bu arada dizideki Kai yani Kiriyama Renn'in visual kei gruplarından birinde olduğuna yemin edebilirdim ancak değilmiş. Tam visual keici (hahah tanıma bak) tipi var kendisinde. Tavsiyem hemen bir grupta vokal ya da davulcu olarak yer almasıdır. Onda bu ışığı gördüm nedense? - gerçekten bu dizide neler düşünmüşüm ben? -



(ama şu haliyle gerçekten öyle bir havası yok mu?)



Dizinin açılış parçası surface " jounetsu my soul" güzel parça. Jenerikte anlamsızca deli dolu koşan ve duvar boyayan altı adet genci izlemek mümkün. Gerçekten neden koşup duruyorlar anlamadım. Zaten dizide ulaşım aracı koşmak, arabaya bir ya da iki noktada rastlıyoruz bir tanesi bir silah olarak kullanılıyor. Kapanış parçası little by little' ın pray' ı de oldukça şık ve diziye hayat katmış.



Müzikler demişken dizinin süprizlerinden bir tanesi ON/OFF biraderlerin dizide boy göstermesidir. Ben izleyen olarak dizideki tüm karakterler gibi iki farklı eleman olduklarını kendilerini ifşa edene kadar anlamadım. Onlar olduklarını dahi anlamadım. Elinden kitabı düşürmeyen ve müşteri haklıdır mottosunu daha da abartan entel kafe sahibinin muhteşem süpriziyle birlikte kombo yaptılar.


Dizi içinde son üç bölüm hariç diğer bölümler birbirinden bağımsız ilerliyor, hepsinde farklı bir sorunu çözüyor arkadaşlar et aşkına...sonra konu bağlanıyor. Bu bölümlerin bazılarında oldukça eğlendim mesela No tiyatrosunun geleneksel temsilci ailelerinden birinin başı olan çocuk ve özündeki punk kimliği çelişkisi ve bölüm içinde elemanın içindeki punkçıyı ortaya çıkarması beni oldukça neşelendirirdi. Veletlerin beyzbol takımı konulu olan bölüm ise etkiledi. Anlamıyorum yani zeka yaşımla ilgili bir sorunum var biliyorum ama hala başka kim böyle klişe bölümlerde etkilenebilir ki? Ve Konomichi' li bölüm ki Konomichi karakteri rezmen diziye oyunculuk getirdi. Dizinin yıldızı bile seçebilirim kendisini.



Haa evet ölüm ile yaşam arasındaki çizgi, Itako kavramı ya da Shinigami felsefesi gibi anlattığı daha doğrusu arka planında anlatmaya çalıştığı noktalar var ama bizim televizyonlardaki uhrevi dizilerdeki sahne çekimleri aratmayacak görüntüler barındırması, bir cübbeli shinagamisi, oyunculukları, kötü çekimleri - mesela arabanın elemana çarpma sahnesi var ki evlere şenlik -ile yiyip bitiriyor olayı.

Şimdi günün birinde karşıma bir shinigami çıksa pazardan aldığım kum saatini alıp yere atar kırarım ve bye bye yaparım gibime geliyor. Bir de cübbenin kumaşını sorarım.

Tüm bunlara rağmen izledim mi, izledim!!! Vee.... ödül Tawannanna' ya gider. Ödül kabul konuşmam; Aslı Hashima Maki' nin mangası olan bu diziyi izlerken zaman zaman çok zorlandım ama ara ara içindeki bazı matrak öğeler benim en büyük destekçim oldu. Bu ödülü almamda büyük azmimin çok büyük payı var. Herkese azimler diliyorum.

16 Aralık 2011 Cuma

ELLEGARDEN: Good Morning Kids ve Üzerine Yorumlar

Ellegarden zamanında Good Morning Kids ile tanıdığım iyi bir Japon grup idi. Güzel albümleri, eğlenceli parçaları bulunmakta. O zamanlar oldukça beğenmiştim hala da zaman zaman geri dönüp dinlerim. Acropolis, Salamandar ve nice güzel ve sağlam parçaları olmasına rağmen Good Morning Kids' in yeri bende ayrıdır. Ne yazık ki grup aktivitilerini durdurdu.

Good Morning Kids' i ilk dinlediğim zamanlarda Jean Tardieu ile oldukça içli dışlı olmamın da bu gelişim üzerinde büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. O zamanlar parça sadeliğiyle beni ayrı çarpmıştı.

Gayet açık, yalın ama yorumu da açık. Öyle ki pek çok ayrı açıdan, pek çok farklı insanın algısına göre farklı yorumlanabilir ahahaha....



Yorum 1:

Good morning kids

(günaydın, 早,おはよう, aydın mı yavrum? aymasan da hoşgeldin)

How do you feel to have been slid out to this world

(Nasıl bir his? Söylesene?)

I wish it was not so bad

(Ben de umuyorum)

But I think no way you feel that way

(aynı fikirdeyim)

You'd come to know as you grow up

(Kim büyümek ister ki? zaman makinesi pls!)

This world is full of shit

(Ahahah hem de dolu dolu!)

So I wish you don't grow up

( umarım ben de)

And I wish you don't get hurt

(temennimiz ama pek mümkün değil)

And I wish you don't notice that the world is shit

(hahaha olasılığı çok düşük)

And I wish you don't be sad

( hee heee)
But I'm not so afraid 'cause you won't be like me

(aman zaten sakın bana benzeme gerçekten)

Good morning kids

(pisliğe hoşgeldin)

How does it feel to have been kicked out to this world

(Acı var mı? Fırlatılıp atılmış gibi hissetmek sen? Yalnız şekilde bu anlamsız mekana?)

I wish you liked the morning sun

( manzarası güzel diyorlar)

That is one of the most beautiful things

( yok artık daha neler? benim için olamaz, yeni berbat bir gün daha başlıyor deme sebebi, nefret!)

You'd come to know as you grow up
This world is full of shit

( evet öğreneceksin, farkedeceksin, çok büyümene de gerek yok bazıları erken farkına varır. koca bir top, küçük küçük parçalardan oluşmuş hem de her çeşit)

So I wish you don't grow up

(temennimiz ama kaçısın yok)

And I wish you don't get hurt

( namümkün!)

And I wish you don't notice that the world is shit

(ahahah gülüyorum buna )

And I wish you don't be sad

( bence buraya düştüğün için düştüğün andan itibaren üzülmeye başla)

But I'm not so afraid 'cause you won't be like me

(aman sakın benzeme, bak çok ciddiyim)

etrafta pek çok sayıda görülen samimiyetsiz sevgi pıtırcığı

Good morning kids

(günaydın canım :) günün aydın olsun)

How do you feel to have been slid out to this world

(Nasılsın, nasıl hissediyorsun? Bak benimle konuşabilirsin)

I wish it was not so bad

(Canım ya, burası harika bir yer, o yüzden bence herşey iyi olacak)

But I think no way you feel that way

(* ??!!* yok canım sen kulak asma. çok eğlenceli, çok cici insanlar var, hayat güzel, kötülük yok! )

You'd come to know as you grow up

(Ne yazık ki hepimiz büyüeceğiz ama büyümekte güzel? Hem her şey daha güzel olacak ben zaten hep burada olacağım)

This world is full of shit

(Aaa ne ayıp!)

So I wish you don't grow up

( hep bebek olalım, mıy mıy yapalım. çok şekeeeerr:))

And I wish you don't get hurt

(evet üzülmeyelim,canım benim sakın incinme, tamam mı cnm)

And I wish you don't notice that the world is shit

(evet kötü insanlar var, onlardan uzak dur)

And I wish you don't be sad

( bak üzülürsen bana gelip anlatabilirsin, tamam mı!)

But I'm not so afraid 'cause you won't be like me

(her nesil diğerinden farklı olacak :))




aklı bir karış havada, sorumsuz, derdi tasası telefon araba olan hafif tikky tip

Good morning kids

(Gunayyydın! Hadi arabaya atlayıp kahvaltıya gidelim)

How does it feel to have been kicked out to this world

( Aaaa sizin memlekette Citroen var mıydı?)

I wish you liked the morning sun

( ay, umarım seversiiin ama yanında da böyle grubun olcak plajda gitar falan, tadından yenmez)

That is one of the most beautiful things

( yaaa çok romantik ya!!!! arabalı bir sevgilin olcak bidde)

You'd come to know as you grow up

( Ay evet kırışıklılar olacak suratta hemen krem almaya gideyim)

This world is full of shit

( evet ya her yer manyak dün arabama çarptı bi tanesi. napıyooon dedim, o da bana e sen geldin arkadan çarptın dedi! manyak!)

So I wish you don't grow up

(ya büyüyelim ya, arabamız olsun sonra dünya turuna çıkarız)

And I wish you don't get hurt

( Alpuntontan çok kalbimi kırdıııııı yeaa,ühühühühühü)

And I wish you don't notice that the world is shit

(hayvan herif nolcak! Bak tengurtancan sevgilisine çicek almış ühühühü, pislik )

And I wish you don't be sad

( iphoneun yeni modeli çıkmış ya ühühühühühüh ben de istiyooooom)

But I'm not so afraid 'cause you won't be like me

(evet sakın benim gibi salak olup indirimleri kaçırma damam mı!)

yandan yemiş entel;

Good morning kids

(eğer öğlen 12.00 den önce ise hala günaydın yoksa tünaydın olacak.)

How do you feel to have been slid out to this world

(Edebiyat tarihinde pek çok yazar bu konuya parmak basmıştır. Literatüre kazandırabileceğin yeni bir yorum olduğuna inanmıyorum özellikle günümüzün kaotik gözüken fakat aslında herhangi bir gelişim ya da kırılma noktasına sahip olmayan yapısında.)

I wish it was not so bad

(Bu kişiden kişiye değişebilir. Psikolojik açıdan bakarsak Jung ve Freud'un görüşleri her ne kadar birbirleriyle çelişse de Freud' un yorumunu baz alarak çocukluğuna inelim derim.)

But I think no way you feel that way

(ahahaha koltuğa yatmak istemiyorsun değil mi? O zaman şaraplarımızdan bir yudum alalım)

You'd come to know as you grow up

("Biz büyüdük ve kirlendi dünya". Ha ha ha müzik bilgimi de belirteyim istedim, her telden yani)

This world is full of shit

( Entel: Suphi abi geçenlerde bir oyun izledim. Kalabibik İzlanda Tiyatrosu. Davetiye göndermiş rejisör bana sağolsun, oyun Jarfred Hanry' nin "Bok"' u. Bir dekor yapmışlar abi sahneyi bok bezemişler. Burada sembolist yaklaşarak aslında yaşadığımız dünya bir bok çukurudur demek istemişler. Yani ben böyle bir şey görmedim. Çok yenilikçi acayip bir yaklaşım getirmişler.

Suphi abi: Çok birebir bir yaklaşım olmamış mı?

Entel: hmm, evet abi, haklısın.)

So I wish you don't grow up

( ne yazık ki aynı nehirde iki kez yıkanılmaz)

And I wish you don't get hurt

(acı olmadan varoluş mümkün mü?)

And I wish you don't notice that the world is shit

( Eğer karanlık olmazsa aydınlığı görebilir miyiz? Olmak ya da olmamak işte tüm mesele bu!)

And I wish you don't be sad

( üzgünüm ama üstadım, Rainbow' un "still I'm sad" diye parçası var bilir misin?)

But I'm not so afraid 'cause you won't be like me

(Hmm şimdi Nietzche ve eski üstat Rus yazarlarda nesil çatışmasına değinmişlerdi edebiyatta, benzememek iyi mi kötü mü? Çatışma fayda getirir mi?)



Anasının karnından henüz 5 dakika önce takım elbise ve kravatıyla çıkmış idealist bebe

Good morning kids

(abilerim ablalarım, beni doğuran sayın hanımefendi, saygıdeğer doktor amcam ve siz fıstık hemşireler... Günaydın)

How do you feel to have been slid out to this world

(ahahaha bomba gibiyim! Ortamı dağıtmaya geldim)

I wish it was not so bad

(Uhhh beybiii.... 9 ay ingilizce sözlük okumaktan sıtkım sıyrıldı)

But I think no way you feel that way

(ortam şahane, tam benlik)

You'd come to know as you grow up
This world is full of shit

(Yavrum büyümek için can atıyorum. Pislikse ben daha pislik olabilirim. Şeytanın avukatı bile oluruuum ulen!)

So I wish you don't grow up

(hadi ordan!)

And I wish you don't get hurt

(incinmem incitirim)

And I wish you don't notice that the world is shit

(ahhahha ben 9 aylıkken farkındayım lan bunun saf)

And I wish you don't be sad

(beni üzeni ben daha çok üzerim. acılarııın çocuğuyuuumu da hedefim uğruna oynarım. Napolyonistim lan ben, money money money, duygulara yer yok!!)

But I'm not so afraid 'cause you won't be like me

( tabi benzemicem, saf. Pislikte daha pislik olacam nihuhuhuhu! uhh beybi)

13 Aralık 2011 Salı

11 EYES: KAÇ GÖZÜN VAR? Ayrıca Asriel Sen Necisin?



Tesadüfen başladığım bu 12 bölümlük anime pek beğendiğim bir iş sayılmaz. İlk bölümde tahammül ederim - orijinal olmasa da paralel boyutlar vs.. ilgi çekici hale bürünebilir diye düşünüyor insan - diyordum özellikle Yuka Minase' nin tüm vıcıklığına rağmen ama ilerleyen zamanlarda ara ara kendimi jiletleme isteği duymadım desem yalan olur. Yanılgımı anlamama rağmen iyi kötü bitirdim bir şekilde bu animeyi. OVA sını izlemeye cesaret edemedim.

6 zavallı genç, hepsinin sorunları var :P, arada biri saykoya bağlıyor. İyi ki Black Nightlar biraz ortamı çekilebilir kılıyor. Neyse animenin kayda değer tek yönü açılış ve kapanış parçaları bana kalırsa.

Açılış parçası Ayene/ Arrival of Tears.








Kapanış Asriel /Sequentia



Başlıkta yer alan "Asriel"' in ne olduğu anlaşılmıştır sanırım. Bu yazıda bilinen anlamları ve tanımları dışında ele alınan Asriel Japon metal grubu olan Asriel.

İki kişiden oluşuyor. Kurose Keisuke ve Kokomi. Doujin akımı içinde de yer aldıkları söylenebilir. Ayene' nin parçasını buna tercih ederim. Asriel esasında fena grup değildir fakat zaman zaman bayar. (müzikal altyapıyı geçtim Kokomi' nin ses tellerine müdahale isteği duyarım bazı zaman) Fakkkaaat bu parça kesinlikle en iyi parçaları değil onu kesinlikle söylerim :)

11 Aralık 2011 Pazar

CLONE BABY: Klonların Hayatta Kalma Savaşı...



2010 yapımı, kendi çapında, ilgi çekici bir konu ve iyi bir senayoya sahip 11 bölümlük bu Japon yapımında Klonların yaşam mücadelesine tanıklık ediyoruz. Dizi içerisinde yansıtılan klon kanunlarına göre klon olmakta zor be arkadaş!! Kolay iş değil ama spoiler vermeden konuya dalmak ayrıca zor...

Efendim hikaye ağırlıklı olarak 7 temmuzda doğan altı genç üzerinde dönüyor.

(İsimleri yanlış hatırlıyor olabilirim)

Marika: yavrum, kızcağızım ne sevdin be Masumene' yi, bu bön bakışlı oğlanı :) Elemanda pek çırpındı gerçi. Soğuk nevale öğretmene katılıyorum (Masamune hakındaki görüşüne yani); adalet duygusu gelişmiş bir genç.

Masumune: Sona doğru adam olmaya başladın. Gerçi senin de dramın ayrı arkadaş.

Hiro: En iyi oyunculuk bu dizi içinde sana ait arkadaşım gerçi bunda karakterinin de en komplike karakter olmasının etkisi var ama şu komple beyaz giyinmenin ne kadar kötü bir seçim olduğunu tekrar kanıtlayarak gözler önüne serdin. Gerçi sana ve Gota' ya ve diğerlerine bu bu zulmü reva görenlere söylenecek çok şey var. Bir de arkadaşım vücudunda kaç litre kan taşıyorsun anlamadım?





Ozu: Çok önemliydi o atışa bu kadar takılı kalman!! Bir de şapka takmayınca daha güzel gözüküyorsun.

Okujo: Okujo sayesinde twitter ve net aleminin ne kadar acımasız olduğu gözlerimin önüne serilmiş oldu. Eleman; " peşimdeki adam şu anda beni kovalıyor aha sırtıma bıçak dayadı" diyor. Tüm takipçilerinden mesaj geliyor; " Hadi bize kan göster, hadi geber de eğlenelim, hadi bize o anı göster". Bir tane delikanlı da çıkıp demedi ki hacım adres ver ekibi toplayıp geliyoruz ya da dayan koçum oradayım şimdi. Sanal alem tırtmış bunu gördük.

Masamunenin kardeşi: Çok sevimli. Mor converselerine bayıldım ama ses tonuyla insana sinir krizi geçirtebilir.

Marikanın ağabeyi: Dizinin en yakışıklısı ama mümkünse ağlamasın. Aniden şekerliği ölçüsünde çirkinleşme kapasitesine sahip.

Gota: Yazık sana ya...

Şimdi bu seride klon aleminin bazı kuralları var:

1 - Klonlar bir şekilde birbirini çeker yani çekim yasası.
2 - İki klon birlikte yan yana var olmaz, birinin ölmesi gerekli

Bu nedenle bunların içgüdüleri - ikinciye bağlı olarak - uyandığında birbirlerini öldürmeye çalışıyorlar ama birbirlerinden uzakta duramıyorlar. İşte klon olmanın ikilemi!! Buna bağlı olarak bu 11 klondan sadece bir tanesi hayatta kalabilir. Klon kanunları böyle seri içinde.



(Klon klona bunu yapar mı? Yapmayın siz kardeşsiniz ....)



Şimdi bu dizide havada kalan sorular vardı:

Birinden klonlanan 11 bebeğin aynı olması gerekmez mi? (Napayım arkadaş hiç alanım değil) Bunun cevabını araştırırken klonlama ile ilgili pek çok bilgiye vakıf oldum. Bir sürü ilginç makale ve çeşitli iddialarla tanıştım. Kafayı taktığım bu soru nedeniyle yaptığım araştırmalar sonucu ufkum açıldı. Dizinin faydası bu oldu bana ama bu araştırmalara gerek yokmuş dizi kendi içinde bu soruya bir yanıt getiriyor.

Marika son anda nasıl kendine geldi ? Kalbi uzun süre durmuştu diye anladım ben.

Hiro o kan kaybıyla yaklaşık 4 bölüm nasıl yaşadı? O tarz bir yara alınca kan akışı bir süre durup sonra oluk oluk akıp sonra tekrar duruyormuş görmüş oldum :P

Leblebi gibi adam kopyalamak, organ nakli yapmak pek bir kolay görünüyor. Neyse bu dizinin bütünlüğü içinde batmıyor fazlaca.

11 klondan diğer 5 i baştan ölü olarak çıkanlar mı?

Kurgusu bilmem nesi yanında aslında etik değerleri,insan olmanın ne demek olduğunu, varoluş gibi konuları ele alması nedeniyle hoş bir seri.

Anladığım kadarıyla düşük bütçeli bir yapım bu nedenle çok bir şey beklenmemesi gerek. Bana kalırsa bu duruma bağlı olarak oyunculuklar da kötü. Hele o Okujo' nun ağlama sahnesinde insan yok artık diyerek kahkahalarla gülebiliyor. Çekimler de bir o kadar kötü. Tüm bu olumsuz yanlarına rağmen garip ve açıklanamaz bir şekilde insanı kendisine bağlayıp deli gibi de izlettiriyor. Senaryo ve fikir bana kalırsa çok iyi, işleniş ve malzeme kötü. Sanırım sonuç bu.

Diyelim ki bir klon var, o sadece bir klon mudur yoksa kendisi bir birey midir? Yine de aslında klonlama üzerinden etik değerleri ve klonlamanın iyi ve kötü yanlarını da ele alması açısından kendi içinde değeri bulunan bir yapım. ( Ehehe Star Wars içindeki Clonelar da var tabii bir başka yanda :))

Hayat mücadelesi arkadaş! klon da olsan zor...

Hurts'ın katkısıda diziye es geçilemez.



Bu arada ikinci sezonu gelecek mhtemelen. Hoş bir şey mümkünse daha iyi olsun ama.

10 Aralık 2011 Cumartesi

CHAW: DOĞAL HAYATI KORUYALIM...



Uzun zamandır çok merak ediyordum bu 2009 yapımı Jeong Won Shin yapımını ama her sefer karşıma geldiğinde aman da bu tarz bir film izleyecek ruh halim yok diyerek geri yerine koyuyordum. Neyse en sonunda konu yazının yazıldığı gün izleyebildim bu filmi, merakıma yenik düştüm.

Kırsal bir kasabaya Seoul' den atanan polis memuru Uhm Tae-woong "iyi iyi orada traktörleri izler balık tutarsın" nasihatlarıyla kasabaya hasta annesi ve hamile eşi ile gelen polis memuru olarak burada kasaba ile birlikte belasını bulur. Son zamanlarda kayıp insanlar nedeniyle hafif gerilen kasabada daha henüz garip komşularına alışamadan dedektif Park Hyeok-gwon ve diğerleriyle birlikte yabani hayatın içine dalarlar.

Filmde konu canavarımız insan etine alışan ve bu nedenle insanlara saldıran yaban domuzu. Bu ikisi, yaşlı avcı Jang Hang-sun , günümüz avcısı Yoon Jae-Moon ve biyolog Jung Yu-mi ava giderken avlanmayalım aman diyerek bu domuzcuğun peşine düşerler.




(filmin canavarcığı... Onun da kendine has ahlak anlayışı, sorumlulukları ve sorunları var!)


Korku ya da gerilim filmi bekliyorsanız söyleyeyim değil, komedi derseniz evet öğe olarak barınmakta ama komedi olarak sınıflandırılamaz, dram hiç değil. Filmin en önemli özelliği bana kalırsa Gwoemul' da olduğu gibi doğallığı. Kasabanın yapısı, sorumluların genişliği, kimsenin kahraman olmaması vs...

Tek bir uyarıda bulunmak isterim; bu film yemek yerken ya da aç karnına izlenecek ya da yemekten patlamak üzereyken izlenecek bir film değil. Her üçünün de çeşitli sonuçları olabilir. İki günlük kamp dönemlerinde yarasa bile yediler öyle diyeyim.

Filmin en kopuk ( yani en eğlenceli manasında) bölümü devasa avcı kardeşimizin köpeği ile konuştuğu bölümdür bana kalırsa tabii ben bu bölümü yanlış anlamadıysam.
Filmden çıkaracağımız nokta; doğal hayatı koruyalım, ekolojik dengeleri bozmayalım sonra aç kalan hayvanlar mezarlara dadanıp insan etine alışıp mutant oluyorlar. Ayrıca av yasaklarına da uyalım.

Filmin kahramanı başta aralarına almak istemedikleri Jung Yu -mi' dir. Kadın hepsinden dirayetli çıktı tebrik ediyorum. Filmin en korkuncu ise canavar değil bana kalırsa yan komşu olan kadındır.

Beklenti ile başlanmaması gereken, orta halli bir film diyerek sonlandırayım.

9 Aralık 2011 Cuma

HIT TEAM ( Chung chong ging chaat ): Bir Hong Kong Aksiyonu...



2001 yapımı bir Dante Lam filmi. Diğer adı Chung chong ging chaat
olan klasik bir Hong Kong polisiye/aksiyonu.. Kadro aslında güzel görünümlü; Daniel Wu, Alex To, Samuel Pang gibi isimleri barındırmakta içinde.

Sıkı arkadaş olan her biri farklı birimlerde görev yapan 5 polis içinden bir tanesi gizli görev esnasında teşkilatın hatası nedeniyle yaralanarak felçli kalınca, üzerine teşkilat bu olayın nedenini araştırmak yerine dosyayı kapatıp elemanı işten atarak bir tokat daha vurunca diğer dört arkadaşı buna sessiz kalamaz ve elemanın tedavisi için gereken parayı yine kara para aklayan çeteden almaya karar verir. Onlar kendi planları üzerinde harekete geçerken ilk aksiyonlarının izini sürme görevi başka özel bir ekibe verilir ki bu ekibin de kendi içerisinde sorunları vardır. Böylece biri eskinin polisleri şimdinin suçluları karşılarında özel polis ekibi bir de bu kara para aklama komitesinin işe aldığı çete olmak üzere üçgen oluşur, silahlar çıkar, mermiler havada uçmaya başlar.

Yaklaşık bir buçuk saatlik bu film ortalama bir Hong Kong filmi, aksiyon sahneleri, - gerçi bana kalırsa ortalamaya göre mermiler daha az havada uçuşuyor - klasik örgüsü, iyi - kötü, haklı - haksız ayırımı ile yine de Hong Kong filmi severlerin sıkılmadan izleyeceği bir yapım.

Çizgiler iyi çizildiği için kurgunun ilerleyişi oldukça akışkan, performanslar sözlere fazla yer verilmesine yer bırakmamış. Tüm kaosun içinde Dante Lam' a özgü doğruluk, sadakat, bağlılık gibi duygular aksiyonda yerini bulmuş. Gün itibariyle biraz eski sayılabilecek bir film ama yine de izlettirir kendini.

Ayrıca kitaptan okuyarak yüzme öğrenilemeyeceğini izleyenlere dikte etmesiyle sosyal bir mesaj taşıyor.

3 Aralık 2011 Cumartesi

THE SWORD OF ALEXANDER: Taitei no Ken... Ortaya Karışık...




Roman uyarlaması olan bu 2007 yapımı film herkesin hoşuna gitmeyecektir ama böyle absürdlüğün dibine vurmuş yapımları seven ben oldukça eğlenceli buldum. Bir kere içinde yok yok, uzaylılar, uzay gemileri, ninjalar, samuraylar, garip tipler hatta bir adet beyin daha nolsun diyeyim? Ha bir de Hiroshi Abe' yi Genkurou formatında görmek isteyenler göz atabilir.

Hiç konuya falan girmeyeceğim zira yorucu bunu özetlemeye çalışmak; o nedenle hemen enlerimi seçiyorum...




Filmin en matrak elemanı: Uzaylılardan kötü olanı hele sarı kıyafetli ninjanın bedenine giridikten sonraki hali gayet kafa bir şeye benziyordu. Çok üstüne gittiler garibimin halbüki konuşaydınız o da size o garip aksanıyla daha fazla cevap yetiştirmeye kassaydı ben de daha fazla eğlenseydim. Eleman oldukça matraktı hatta bu matraklığının üzerine felsefe bile kastı ama anlamadınız garibi.

En karizmatik: Botou... Sessizce girdi sessizce çıktı.

En ağlak: Sasuke... ama ateşli silahlara ayrı bir ilgisi var.

En iğrenç: Böcekçi tip. Yanınca çok sevindim sevimsiz şey. Böyle teknik olmaz olsun. Ninja Birlik ve Komitesine dilekçe yazdım. Bu teknik size yakışıyor mu düşünün aksine adınızı gölgeliyor bir daha düşünün... Kalksın bu diye...

Böyle arada beyin falan da çıktı bana Ninja Kaplumbağalar günlerimi hatırlattı.

Ayrıca geyik açısından efsaneleşmiş sahneler var içinde. İki uzay gemisinin birbirini yemeye çalışması, uzaylı jölenin içine girdiği bedenin tek kolunun ayı olması gibi mesela.

Ayrıca şu dede olayına koptum. Genkurou' nun dededisinin bir siyah olması ve özellikle yaşlandırma makyajındaki müthiş teknik ve inilen detay görülmeli!

Filmin bitişinde ilk anda parçayı anlamadım düşündüğüm tek şey bu Teru' nun sesi değil mi oldu. Glay' in Kodou'sunun bu filmde kullanılmış olduğunu bilmiyordum. Bu sayede önceden beri sevdiğim bir parçayı bu filmde duymak hoş bir tesadüf oldu. Parça da güzel parça ama her Glay parçası gibi...

2 Aralık 2011 Cuma

BUZDOLABI VE BEN... Çift Yönlü Bir Duygu Karmaşası...

Elektronik aletlerle aram hiç bir zaman iyi olmadı. Hatta o kadar kötü ki geçmiş hayatımda elektrikli ev aletleri gezegeninde yaşadığımı ve efsanevi bir hain olarak tüm gezegene ihanet ettiğimi ve bu nedenle geçmişten gelen bu karma nedeniyle hala küçüğünden büyüğüne bu yaşantımda benden nefret ettiklerini düşünürüm ara sıra... Kafamdaki farklı bir kurguda uzun uzun yıllar önce yardıma muhtaç küçük bir ev aletinin yardım talebini geri çevirdiğim için hayatım boyunca lanetlendiğimdir... Bir diğer olasılık ise küçükken evden giden merdaneli çamaşır makinesinin gidişine engel olamadığım için beni hala affetmediğidir. .. Yeni aldığı ütü daha ilk dakikada hiç bir sebep yokken elinde kalan, küçük sıradan bir kettle da bile zorluk yaşayan bir insan evladı için çamaşır makinesi, saç kurutma makinesi ya da buzdolabı gibileri gerçek birer düşman olabilir ki benim için öyle. Hepsi üzerine çeşitli senaryolar yazabilir ve bunlardan muhteşem korku filmleri çıkarabilirim belki tarz absürd komediye de kayabilir, o anki ruh halim karar verir buna.

Efendim kısaca elektrikli ev aletlerinden - güya hayatı kolaylaştıranlardan - pek hazzetmem onlar da benden nefret eder, insan yanında beni küçük düşürmeye bayılırlar.

Bugün son golü ellerim dolu dolu eve geldiğimde buzdolabından yedim. Bozulmuştu ve ne ara bozulduğundan haberim yok! En ufak bir not, küçük bir uyarı hatta sıradan bir elvedayı bile bana çok görmüştü. Son görüşmemizde her şey normal olmasına rağmen sessiz sedasız, habersiz, sinsice aramızdaki ilişkiye son vermişti...


Bu durumun farkına varır varmaz içimde büyük bir hüzün oluştu. Önce kendimi sorguladım. Bu ev aletlerine olan sevgisizliğimi sana çok mu yansıtmıştım? Halbuki sana karşı soğuk olsam da ne büyük bir nimet olduğunu bilir içten içe seni takdir eder, hastalanıp bozulacaksın diye içten içe ürkerdim. Kapını bam güm kapatıyor olabilirdim ama bu sana karşı uygulamak istediğim şiddetten ziyade sana olan samimiyetim ve güvenimin bir simgesiydi. Özellikle yaz aylarında zaman zaman kapını açıp içine mal mal bakmış olabilirim. Bu benim serinleme isteğimden ziyade seninle baş başa geçirmek istediğim huzur dolu anların bir göstergesiydi... İçinde çoğu defa çeşitli yiyecek içecek bir şeyler unutmuş olabilirdim ama bu sana karşı olan ilgisizliğimden değil tamamen seni ve oluşturabileceğin yeni yaşam alanına karşı duyguduğum ilginin bir sonucuydu sonuçta seni daha yakından tanımak istedim. Senin beni anladığını düşünüyor ve sana olan sevgi ve saygımı kelimelere dökmek zorunluluğunu hissetmiyordum...

Şu anda ise içinde kendinden geçmiş olan nevaleleri boşaltmış ve yeni aldıklarımı nereye sokacağımı düşünürken kendimi yalnız hissediyorum, anlıyor musun? Sen ve gürültün olmayınca ev bomboş. Çok üzgünüm ve seni özlüyorum... Geri dön... Sana karşı beslediğim hisleri anlatmak için sözlerini çok manidar bulduğum bu parçayı sana gönderiyorum. Ey sessiz sedasız giden biriciğim, duy beni...



(parçanın sözleri sana karşı olan duygularımı yansıtıyor. Korkma! Arkada dans edermiş gibi yapan ama esasında ne yaptığı konusunda fikrim olmayan elemanlar seni ürkütmesin. Gençler takılıyor... Kameraya anlamsız bir çehreyle mal mal bakan basçı çocuk dehşete düşürmesin seni. Bak aslında pek şeker ama biraz şuursuz. Bunlar şarkıya odaklanmanı engellemesin!)



Ama ey sen nankör yarim... Sen ki, benim tüm bu içten, temiz, sadakat dolu, kalbimin derinliklerinden gelen bu sıcak hislerime rağmen en umutsuz zamanımda bana destek olmak yerine çektin gittin. Üstelik içindekileri de aldın götürdün. Üstelik yaklaşık benim üç katım kadarsın ve çok ağırsın öyle ki fişine ulaşmak için seni kımıldatamıyorum bile. O güzel mutlu günlerimizn hatırına insan iki adım kımıldar... O kadar yorgun bir günümde bir de içindekileri çöpe atmak zorunda kalıp daha da yoruldum. Ayrıca etrafa iğrenç bir koku yayıyor gerçek yüzünü gösteriyorsun. Kalbinin kötülüğü bu şekilde etrafa yayılıyor ha! Ayrıca daha bir iki poşet var ve ben onları ne yapacağımı bilmiyorum şu anda. Böylesine kolay mıydı bir insanı çaresiz bırakıp alıp başını gitmek ha, söyle bana!! Şimdi olmayan vaktimi seni tamir ettirmek ya da daha kötüsü yeni bir tane almak için harcayağım öyle mi? Çok sağol dostum, çok sağol. Bu ne vefakarlık, bu ne büyük dayanışma! Bravo doğrusu... Bu sadakat karşısında gözlerim yaşardı. Ayrıca o üstünde biriktirdiğin buzlar biraz sonra tamamen eriyerek suya dönüşecek ve bunların dışarı sızması ihtimali nedeniyle tüylerim diken diken şu anda. Sanırım şu anda ağrıyan dirseğimin nedeni de sensin ve bu sakatlanmış dirseğime rağmen iki milim hareket etmedim. Nefret ediyorum senden. Geçirdiğimiz onca süre içinde seni tanıdığımı sanmış sana güvenmiştim, beni anladığını ve beni yalnız bırakmayacağını düşünmüştüm ama sen ebat olarak büyük, çirkin bir hain çıktın!! Senden nefret ediyorum. Al bu da sana armağan ettiğim diğer parça!!




(Hahahahahahah bana yaptığın yamuk karşısında sana karşı içimde oluşan gerçek duygu ve hislerim... nihohohohohoho.. Tatsuro kirai dedikçe içimdeki yağlar eriyor. Yukke tellere ne kadar içten basıyor hissediyor musun nihahahahahah? Seni de o insanlar gibi dinleyicilerin üstünde yuvarlamak isterdim ama insanlara yazık, ezersin onları kalpsiz!! Büyüksün Mucc!!!)

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...